Erdal’dan “Bir Göç Masalı”
Ispartalı yazar İsmet Erdal eserlerine bir yenisini daha ekledi. Yörüklerin öyküsü Bir Göç Masalı’nda hayat buldu .
Yazar Bir Göç Masalı isimli eserine “Kavruk İnsanların Romanı ” derken , Yörük konar göçerlerın yaşam öykülerini kaleme aldığı eserle ilgili detaylı bilgi de verdi. İşte Erdal ın anlatımı ile Bir Göç Masalı.
BİR GÖÇ MASALI
-Kavruk İnsanların Romanı-
Isparta bölgesinde kırsal bir köydür Akdağ. 1960’lı yıllarda yerleşik hayata geçmiş bir yörük köyüdür. Önceleri Eğirdir Gölü ile Akşehir Sultan Dağları arasında konar göçer bir hayat sürmüştür.
Roman köyün yerleşik hayata geçtikten sonraki dönemini konu almakla birlikte geçmişe dönük hikâye anlatımlarıyla 1950-1980 arasını içine almaktadır.
Romanda ana konu köy odası geleneğinin modernizmin kıskacından kurtulma, kendi varlığını devam ettirme mücadelesidir.
O sene havalar kurak gitmektedir. Köylü kışın nasıl geçirileceği konusunda telaşlıdır. Köyde Et Hasan’la temsil edilen irfan geleneğinden beslenen kocalar vardır. Onların görüş ve düşünceleri köye yön vermektedir. Kocalar, yağmur duası önerisinde bulunur. Köylünün ve çevreden misafirlerin katılımıyla yağmur duası gelenekleri yerine getirilerek içinde ikramın bulunduğu büyük bir dua etkinliği yapılır. Etkinlik, köy odası geleneğinin köyün sosyal ve kültürel hayatında ne denli önemli olduğunu bir kere daha ortaya koyar.
Köy odası geleneği Akdağ dışında bir iki köyde de varlığını sürdürmektedir ancak onlar da kahvehaneler sebebiyle can çekişmektedir. Akdağlı kocalar, oda geleneğinin devamını hayat memat meselesi olarak görmektedir. Onlara göre oda, köyün kalbidir. Birliğin ve dirliğin merkezidir. Dayanışma, yardımlaşma, barış içinde yaşamanın sigortasıdır. Köyde, köyün inanç değerlerine aykırı davranan, köye ve köylüye yabancılaşmış fikirleri olan öğretmen ve avenesinin tesiriyle odacılığı gericilik, çağdışılık olarak niteleyen bir anlayış körüklenmektedir.
Köyde bir yıldır görev yapan Celal Hoca, köy ve köylüyle yakınlaşarak oda geleneğinin çağın ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde düzenlenmesi konusunda öncülük yapmaya çalışır. Odaya kütüphane kurar. Çeşitli seminer ve kurslar açılmasına yardımcı olur. Odaya ve köye hareket getirir. Bu arada köyün sosyal ve kültürel yapısında Anadolu irfan geleneğinin izlerini görür. İrfan kültürünün insanların hayatına nasıl tesir ettiğini, Et Hasan Emmi gibi insanların, fazla ilimleri olmadığı halde irfani gelenekten aldıklarıyla hayatı nasıl anlamlı ve güzel hale getirdiklerini görür.
Mesela Memiş Hoca lakaplı irfan ehli, Kara Ali’ye nasihat ederken şöyle der:
“Ali evladım, senin derdin bizim derdimizdir. Allah’ın izniyle bir hal çaresi buluruz. Sen kalbini bozma, sabrını gücendirme. Sabır gücenir mi deme, Allah korusun, sabrı gücendirirsen bir daha kapını çalmaz. O ne büyük nimettir evladım, sabır bereket kapısıdır. O kapıda beklemesini bileceksin ki nimete nail olasın. Herkes ona sahip olamaz, bunca zamandır madem onu kuşandın, eksik etmedin, bekledin o kapıda, şimdi meyvesini alma zamanı. De haydi gidelim, araba bizi bekler!”
Sadece erkekler değil kadınlar da bu gelenekten beslenen öncü kadınların etrafında toplanır.
“Esme Kadın, Et Hasan Emmi’nin annesiydi, köylünün tabiriyle Osmanlı bir kadındı. Memiş Hoca erkekler için ne ifade ediyorsa Esme Kadın da kadınlar arasında oydu. Gençliğinde ata biner, erkeklerle cirit bile oynarmış. Hem ailesinden hem de evlendikten sonra Memiş Hoca’dan çok şey öğrenmiş, kendini yetiştirmişti. Kadınların bacıbeyiydi Esme Kadın. Lafı sözü dinlenir, görüşüne değer verilirdi. Kadınlar bir açmaza, sıkıntıya düşse Esme Kadın’a gelir, ondan akıl danışırlardı. Köyü ilgilendiren konularda Esme Kadın’ın ağzına bakılırdı. Kırgınlık, dargınlık, küslük, aile içi sorunlar söz konusuysa kapısı çalınan, yardım istenilen ilk kişi Esme Kadın olurdu.
Esme Kadın, ertesi günü kuşluk vakti Kara Ali’nin evine gitti. O vakitte evde erkek bulunmazdı, mala maşakata giderdi erkekler. Selver, ağıl süpürüyordu. Ağılın kapısına varıp oturdu, çağırdı Selver’i yanına. Selver’e hiçbir şey sormadan başladı anlatmaya. İnsanın bir yazgısının olduğundan başlayıp sevgiden, sevmeden, sevilmeden, hayatın geçiciliğinden, Peygamber’in eşleriyle ilişkilerine kadar ne varsa dağarcığında döktü ortaya. O anlattıkça Selver gözyaşı döktü. Esme Kadın, susunca Selver, Derviş Ahmet Çesmesi gibi akmaya başladı. Ne yaşadığını, neler hissettiğini, içinde biriken öfkenin sebeplerini, babasını, annesini, Ali’yi hepsini anlattı. Hem anlattı hem ağladı. Bu defa Esme Kadın da gözyaşlarıyla dinliyordu Selver’i. Sarıldılar, halleştiler… Göz yaşının mucize hikmetine teslim oldular, ağladılar, ağlaştılar…
Esme Kadın, bir cerrah hassasiyetiyle Selver’in içindeki kini, öfkeyi söküp aldı. İçindeki bariyerleri yerle bir etti. Selver, aylar sonra içinin aydınlandığını hissetti. O gün yepyeni bir başlangıcın kapısı açıldı Selver için.”
Celal Hoca’nın çabaları köyde belli bir değişim ve heyecana vesile olur ancak muhalif kesim Hoca’yı önce şikâyet eder, sonra da ahlaksızlıkla itham eder. Hoca bu tür sınanmalardan alnının akıyla çıkar.
Oda toplantıları vasıtasıyla köyün ve köylünün geçmişine dair pek çok hikâye ortaya çıkar. Bunların içinde Kara Ali ile Selver’in aşkı en önemlisidir:
“Yok Kara Ali, bu işin sonu yok. Gönlümüze düşen ateş bizi yakıp kavursa da bu işin sonu yok. Farz et ki bir düş yahut hayal görmüşüz. Var git yoluna, ben de gideyim yoluma. Bu ateş seni beni değil obalarımızı da yakar. Bizim yüzümüzden masumlar da zarar görür. Buna gönlüm razı olmaz.” deyip gözyaşlarına teslim oldu, son bir kez ela gözlerini Kara Ali’ye düşürdü. Göz göze değdi, vuslat çırağı yandı. Aldı Kara Ali’nin gözlerini çıkınlayıp gönlüne, ani bir hareketle döndü arkasını, bir ceylan çevikliğiyle taşlardan sekerek çadırın yolunu tuttu.
Kara Ali, teklemiş üveyik gibi kanat çırpıyordu gönül dünyasında. Gavur Uçtu yarından kendini boşluğa bırakmak geçiyordu içinden. Çaresizdi, yığıldı kaldı taşın üstüne. Bu kördüğümden çözgü çıkar da gönül tezgahında nakış nakış sevda dokunur mu bilemiyordu şimdi. Bildiği daha doğrusu bütün varlığıyla hissettiği bir şey vardı o da Selver!.. Dünya umurunda değildi. Nicedir Selver gayrısında her şey onun için yok hükmündeydi yahut birer çıkmaz sokaktı. Bildiği yollar Selver’e çıkıyor, kurduğu cümleler Selver’le bitiyordu.
Kalktı yerinden, yerden birkaç taş aldı avucuna yumurta büyüklüğünde. Cebinden sapanı çıkardı, birini koydu içine. Kolunun olanca gücüyle kayalıklardan vadiye doğru savurdu. Sapandan çıkan taş öyle bir cavladı ki sanki domdom kurşunu gibiydi, vadi inledi. Bir daha, bir daha… üç beş taş attı ardı ardına. Ne zaman öfkesi çoğalsa, çaresizliği dibe vursa yahut efkarlansa bunu hep yapardı. O, öfkesini, çaresizliğini, efkarını taşla boşluğa atarak rahatlardı. Taş gibi oturdu yüreğime derlerdi eskiler. Belki de Kara Ali yüreğine taş gibi oturan yükü sapanına koyup boşluğa sallıyordu. Bir nevi terapiydi onun için bu. Yüreğe taş gibi oturan ne varsa söküp atmak gerekiyordu.”
Ayrıca, koyun-keçi kırkım hikayesi, Karabıçak hikayesi, göç hikâyeleri, düğün-dernek hikâyeleri, köy odası seyirlik oyunları, cirit oyunu, ormancı hikâyesi, yörük hayatından kâh hüzünlü kâh eğlenceli küçük hikayelerle olay örgüsü zenginleşir.
Köyün geleneğine sahip çıkması, oda geleneğinin kendini yenileyerek devam etmesi, muhalif kesimi iyice azdırır, kahvehane açma teşebbüsleri amacına ulaşamaz, son çare olarak odayı yakmayı düşünürler ve bunu icraata dökerler.
Seher vaktinde oda yakılır, Et Hasan evinden yangını görür. Yangın yerine geldiğinde can verir.
“Hasan Emmi kesik kesik birkaç cümle kurdu:
-“Celal evladım, odayı değil köyü yaktılar. Yanan oda değil köy. Bizi yaktılar. Birliğimizi, dirliğimizi yaktılar. Tarihimizi, geçmişimizi yaktılar. Bu ateşi kökümüze verdiler. Allah’ım sebep olanları sana havale ediyorum, sen onları bildiğin gibi yap. Köyümüz aktı Celal, ak insanların köyüydü burası. Onun için Akdağ demiş atalarımız. Ahh ah, koruyamadık emaneti, Allah’ım affet bizi, akımız gitti kara olduk, Karadağ olduk… Karadağ olduk, Kara…” gerisini getiremedi. Son bir kez yüklendi bedenine sanki doğrulup kalkacak gibi oldu olanca gücünü toplayıp:
-“Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve resuluhu…” diyerek kelime-i şahadet getirdi. Sonra gözlerini çevirdi sağa sola. Sanki bir şeyler takip ediyor gibi etrafı gezdirdi. Sonra karar kıldı bir noktada. Dudaklarına bir tebessüm geldi. “Hık” diye bir ses boşaldı dudaklarından. Başı Celal Hoca’nın dizine düştü. Celal Hoca nefes ve nabız kontrolü yaptı. Hasan Emmi ruhunu teslim etmişti verene.”
Efe Dayı, Et Hasan emanetini yerde koymama sözü verir.
“Ben Efe Dayı olarak sizlerin şahitliğinde Hasan Emmi’me söz veriyorum. Bu can bu tende olduğu müddetçe, oda eksisinden daha güzel bir şekilde iki ay içinde yerine yapılacaktır. Hasan Emmi, bıraktığın emanet asla yere düşürülmeyecek, köyün birlik ve dirliğine kastedenlerden hesap sorulacaktır. Yangını çıkaranları biliyorum ve defin yapıldıktan sonra jandarmaya gerekli bilgileri vereceğim. Bıraktığın yolda gönüller yapmaya, gönülden gönüle köprü kurmaya devam edeceğiz. Rabbim seni rahmetiyle karşılasın.”
Cenaze kabre yerleşildikten sonra Efe Dayı yeni bir başlangıç için harekete geçer.
“Defin tamamlanınca Efe Dayı, odaya bağlı gençlere benimle gelin deyip yangın yerine yöneldi. Çolak, Dolaksız, Üsük, Tüttü gibi ileri gelenlere de kazma kürek evlerde ne varsa toplayıp gelin diye talimat yağdırdı.
Bir saat sonra yangın yerinde Efe Dayı’nın oda hizmetleri sırasında gençlere sıkça vurguladığı “gönül birliği, dil birliği ve el birliği” anlayışının hayat bulmuş resmi sergileniyordu. Vazgeçmek, yılgınlık göstermek, pes etmek diye bir şey yoktu davası hak olan için.
Yeniden inşa, yeni bir diriliş…”
İsmet ERDAL Kimdir
1966 yılında Isparta-Gelendost’ta doğdu. İlkokulu Yenice ve Kemer İlkokullarında okudu. Orta öğrenimini Gelendost İmam-Hatip Lisesinde tamamladı. 1989 yılında Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldu. 1990 yılı başında Millî Eğitim Bakanlığında Türk dili ve edebiyatı öğretmeni olarak göreve başladı. Amasya Suluova Lisesi, Yalvaç Atatürk Lisesi, Gönen Anadolu Öğretmen Lisesi, Isparta Gazi Lisesi, Isparta Halk Eğitimi Merkezi, Eğirdir Anadolu Lisesi ve Isparta Hacı Ahmet Ersöz Anadolu İmam-Hatip Lisesinde öğretmen ve idareci olarak görev yaptı. 2000 yılında Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalında “Özkan Yalçın’ın Hayatı ve Eserleri Üzerinde Bir İnceleme’ adlı teziyle yüksek lisansını tamamladı.
Mahalli ve ulusal yayın organlarında çeşitli türde yazı ve şiirler yayınladı.
Türkiye Yazarlar Birliği üyesi olan yazarın; Türkçe Bilgileri El Kitabı, Hayata Başka Bak (Aliye Kayacan ve Ömer Asaf’la birlikte), Göçmen Gözler Şairi Özkan Yalçın, Gurbette Sılasını Arayan Şair Abdullah Gülcemal, Ey İnsan Sana İki Çift Lafım Var, Mehmet Akif Hakikat ve Samimiyet Ekseninde Bir Karakter, Yunus Emre Gelin Tanış Olalım, Elimi Tut Öğretmenim, İrfan İkliminde Seherden Kalbe, Gençlerle Yolculuk, Yıldızlara Yoldaş Olmak, Oku Yaz Anlat yayımlanmış eserleridir.
Haber: Zeki Demir/ Alanya